Haberler

Göçmenlerin Gündemi (15 – 21 Eylül)

Göçmenlerin Gündemi (15 – 21 Eylül)
23.09.2025

18 Eylül

Bakanlığın propaganda bültenine yanıt: GGM’lerde hak ihlalleri diz boyu (Evrensel)

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı “Düzensiz göçe geçit vermiyoruz” başlıklı bir basın bülteni yayımlayarak sürekli işkence, kötü muamele ve insanlık dışı tutulma koşullarıyla gündeme gelen geri gönderme merkezlerinde (GGM) insan onuruna uygun koşullar sunulduğunu savundu. Açıklamaya göre GGM’lerde adeta otel konforu sunuluyor: Üç öğün ücretsiz yemek, diyet menüsü, sağlık, eğitim, psikososyal destek ve ibadet hizmetleri… GGM’lerde müvekkili bulunan hukukçular ve insan hakları örgütleri ise GGM’lerdeki insanlık dışı uygulamalara dikkat çekiyor.

Şikayetler üzerine birkaç yıl önce Emek Partisi Milletvekili İskender Bayhan ile Silivri’deki geri gönderme merkezine gitmiş ancak kapıdan geri dönmek zorunda kalmıştık. Dışarıdan görebildiklerimiz dar pencerelere yaslanarak nefes almaya çalışan mülteciler, elde yıkandıktan sonra kuruması için camlara serilmiş kıyafetlerdi. Kurum yetkilisi GGM’de çamaşır makinesi bulunduğunu ancak mültecilerin elde yıkamayı tercih ettiğini savunuyordu.

“Sistematik hak ihlalleri yaşanıyor”

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Üyesi Avukat Duygu İnegöllü saha gözlemleri ve müvekkillerinden aldığı bilgilerin Göç İdaresi Başkanlığının açıklamalarıyla bağdaşmadığını belirtiyor. Sınır dışı işlemleri tamamlanmayan mültecilerle ilgili avukatlarına bilgi dahi verilmediğini söyleyen İnegöllü, ‘burada yok’ denildiğini çok yaşadım.”

GGM’lerdeki her mülteciye otomatik olarak sınır dışı kararı verildiğini söyleyen İnegöllü, “Değerlendirme yapılmıyor. Müvekkilimle birlikte uluslararası koruma başvurusu için gittiğim Göç İdaresinde müvekkilim geri gönderme merkezine götürüldü. ‘Talebini orada söylesin’ dendi” dedi. İnegöllü, bunun ‘Göçmenleri bezdirmek’ üzere bilinçli bir politika olduğunu düşünüyor.

“Yaşı büyütülerek sınır dışı ediliyorlar”

Mülteci çocukların maruz kaldığı hak ihlallerine de dikkat çeken İnegöllü refakatsiz çocukların ya 18 yaşında gibi ya da rastgele bir yetişkine kaydedildiğini aktardı. GGM’lerdeki yemek hizmetlerinin özel şirketlere ihale edildiğini söyleyen İnegöllü, “GGM kapasitesine göre yemek ihalesi yapılıyor. GGM’lerde kapasitenin çok üzerinde insan tutuluyor. Firma kapasite fazlası yemek göndermiyor.”

Bu tip durumlarda yemeklerin bölüştürüldüğünü söyleyen İnegöllü, “Özel beslenme gereksinimi olanlar için ciddi sağlık riskleri oluşuyor. Çölyak hastası olabilirsiniz, vejetaryen olabilirsiniz ancak gelen yemek neyse onu yiyorsunuz. Beslenme hakkı şirketin insafına bırakılmış durumda” ifadelerini kullandı.

Mültecilere temizlik malzemesi dahi verilmediğini ifade eden İnegöllü bu durumun ‘intihar etme riskiyle’ gerekçelendirildiğini vurguladı.

GGM’lerdeki aile odalarının da sınırlı olduğunu ifade eden İnegöllü, çocukların ebeveynlerini yalnızca belli saatlerde görebildiğini anlattı.

Denetim mekanizması şeffaf değil

Göç İdaresinin açıklamasında “Denetim yapıldığı” da belirtiliyor. Ancak bu denetimlerin valilikler eliyle ve devlet kurumları arasında yapıldığını belirten İnegöllü, bağımsız denetime kesinlikle izin verilmediğini söylüyor: “Çağdaş Hukukçular Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı gibi kurumların başvuruları reddediliyor. Barolar bile içeride baş başa görüşme yapamıyor.”

“Her şey yolundaysa neden denetime kapatılıyor?”

Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı Üyesi Yıldız Önen, Türkiye’de mülteci ve göçmenlere yönelik uygulamaların hem uluslararası hukukla bağdaşmadığını hem de temel insan haklarını ihlal ettiğini belirtti. Önen, ‘düzensiz göç’ ifadesinin göçmenleri kriminalize ettiğini ifade ederek “Oysaki bu insanlar savaş, çatışma ve siyasi baskılardan kaçan, korunmaya ihtiyacı olan kişiler. Türkiye’de ise maalesef böyle bir koruma mekanizması yok” dedi. Birleşmiş Milletlerin Cenevre Sözleşmesi’ne atıfta bulunan Önen, “Siyasi baskı, savaş veya çatışma varsa, başvuran kişiye uygun koşullar sağlanması gerekir” diye konuştu.

Önen, geri gönderme merkezlerindeki koşulların insan hakları açısından ciddi sorunlar barındırdığını ifade ederek GGM’lerdeki intiharları hatırlattı. Önen, denetimlerin bağımsız insan hakları örgütleri tarafından da yapılması gerektiğini belirterek, “Eğer içeride her şey yolundaysa neden dışarıdan kurumlara kapıları kapatıyorsunuz?​” diye sordu.

Göç İdaresinin iş yükü ve personel eksikliğine dikkat çeken Önen, “Çoluk çocuk, yaşlı herkes sıra bekliyor. Geri gönderme merkezleri için 33 tane yeni merkez açılıyor ama il göç idaresi için yeterince personel alınmıyor” dedi.

Sağlık ve eğitim alanındaki eksiklikleri de eleştiren Önen, “Göçmenler için sadece 5 tane sağlık merkezi var. 500 bin Suriyeli için bu kesinlikle yetersiz” ifadelerini kullandı.

Önen, geri gönderme merkezlerinde tutulanların telefonlarına el konulduğunu, ailelerine ve avukatlarına haber veremediklerini, avukat-müvekkil görüşmelerinin gizliliğinin sağlanmadığını ekledi.

Önen, zorla imzalatılan “gönüllü geri dönüş” formlarının yaygın olduğunu, gönüllü geri dönüş yaptığı söylenen 400 bin kişinin büyük kısmının gönüllü olarak gitmediğini söyledi.

“Göçmenler izole ediliyor”

Göç Araştırmaları Derneği Üyesi ve Akademisyen Dr. Deniz Sert de göçmenlerle ilgili medyada çıkan haberlerin seçmenlere ‘Düzensiz göçle mücadele ediyoruz’ mesajını vermek ve ulusal ve uluslararası insan hakları standartlarına uygun şekilde yapıldığına dair bir güvence sunmak üzere kurgulandığını ifade etti.

Bağımsız denetim mekanizmalarının olmamasına vurgu yapan Dr. Sert, “Gözlemlerimiz, koruma taleplerinin yeterince dikkate alınmadığını gösteriyor. Taliban’ın yönetimindeki Afganistan’a sınır dışı edilen bir kadın örneği gibi dramatik durumlar var” dedi.

Türkiye’nin “dünyaya örnek” olarak sunduğu mobil denetim araçları uygulamasına da değinen Sert, “Bu uygulama, göçmenlerin sokağa çıkmasını ve hareket etmesini engelliyor. Kadınlar bu durumdan daha fazla etkileniyor” diye konuştu.

Sert, sınır dışı politikalarının düzensiz göçü engellemede kısa vadede etkili gibi görünse de uzun vadede daha tehlikeli rotaların tercih edilmesine yol açtığını da belirtti. Sert, sınır dışı edilen kişilere ilişkin verilerin detaylı olarak paylaşılmamasının da önemli bir sorun olduğunu söyledi: “2024 yılında 140 bin kişinin sınır dışı edildiği söyleniyor, ancak bu kişilerin kimler olduğu, kadın, çocuk ya da aile olup olmadıkları net değil.”

“Hak ihlalleri gizleniyor”

EMEP Göç Büro Üyesi Ebru Ökten de devletin göç politikasının tamamıyla güvenlikçi olduğuna dikkat çekerek, “Geri gönderme merkezlerinde uzun süreli keyfi alıkoyma, hijyen dışı koşullar, yetersiz sağlık hizmetleri, kötü muamele ve cinsel taciz vakaları gibi ağır hak ihlalleri gizleniyor. Bu merkezler, göçmenler için geçici barınma alanları değil, fiilen hapishane koşullarında işleyen toplama mekanlarına dönüşmüştür. Devletin gururla açıkladığı yüksek sınır dışı rakamları, aslında uluslararası hukukun öngördüğü geri göndermeme (non-refoulement) ilkesinin açık ihlali anlamına gelmekte, savaş ve zulümden kaçan insanların hayatlarını doğrudan tehlikeye atmaktadır. Türkiye’nin göç yönetiminde ‘örnek model’ olduğu iddiası, işkenceyi, kötü muameleyi ve insanlık dışı koşulları örtbas etmeye çalışan resmi propagandadan ibarettir” dedi.

Geri gönderme merkezlerinde yasal metinlerde güvence altına alınmış hakların gasbedildiğini vurgulayan Ökten, “GGM’lerdeki mevcut uygulamalar, ulusal mevzuat ve uluslararası insan hakları sözleşmelerinde güvence altına alınmış olan savunma hakkı, özel hayatın gizliliği ve aile hayatına saygı ilkeleriyle açıkça çelişmektedir” dedi.

https://www.evrensel.net/haber/571748/bakanligin-propaganda-bultenine-yanit-ggmlerde-hak-ihlalleri-diz-boyu

 

18 Eylül

“Göç İdaresi’ni insan haklarına ve hukuka uygun davranmaya çağırıyoruz!” (Enternasyonal Dayanışma)

Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, “Göç İdaresini, Sınır Dışı ve İdari Gözetim Uygulamalarında İnsan Haklarına ve Hukuka Uygun Davranmaya Çağırıyoruz!” başlığı ile bir basın açıklaması yayınladı.

Açıklamada, “Göç, sadece göçmenlerin sınır dışı edilmesine indirgenebilecek bir kavram değildir. Göç ve göçmenlere ilişkin politikalar, önceliği insan, kadın, çocuk, hayvan hakları, ekoloji ve iklim adaleti olan ve hukukun çeşitli alanlarını kapsayan, kesin veriler ile objektif olarak değerlendirilmesi gereken çok ciddi bir konudur.

Göç bir neden değildir. Göç, savaşın, fırsat eşitsizliklerinin ve sömürünün bir sonucudur. Göç ve göçmenliğe ilişkin uygulamalar ve çalışmalar asla “sınır dışı etmek” ve benzeri insan hakları ile çelişen uygulamalar ile sınırlı tutulamaz.

Göç İdaresi’ni, çalışmalarında insan haklarını ve hukuku esas almaya, şeffaf, objektif, ayrımcılıktan uzak davranmaya ve bu uygulamaların ve politikaların üretilme süreçlerine hak temelli kuruluşları da dahil etmeye çağırıyoruz” denildi.

Basın açıklamasının tamamı şöyle:

“Göç İdaresi Başkanlığı, 13.09.2025 tarihinde “Sınır Dışı İşlemleri Hukuk, İnsan Hakları ve Medeniyet Değerlerimize Uygun Olarak Yürütülüyor” başlıklı bir açıklama yapmıştır.

Göç İdaresi Başkanlığı tarafından yapılan ve nitelikli hiçbir veri içermeyen bu açıklamada, göç ve göçmenlik kavramları, kabaca hakkında sınır dışı etme kararı verilen ya da kayıtsız olan kişilerin sınır dışı edilmesine indirgenmiştir. Ancak bu kadar önemli ve geniş kapsamlı bir konuyu “Sınır Dışı Sayılarında Tarihi Rekor” şeklinde, propagandist bir üslupla yayımlamak, meselenin özünü bulandırmaktan başka bir şey değildir.

Göç, sadece göçmenlerin sınır dışı edilmesine indirgenebilecek bir kavram değildir. Göç ve göçmenlere ilişkin politikalar, önceliği insan, kadın, çocuk, hayvan hakları, ekoloji ve iklim adaleti olan ve hukukun çeşitli alanlarını kapsayan, kesin veriler ile objektif olarak değerlendirilmesi gereken çok ciddi bir konudur.

Yayımlanan içeriğin “Ulusal ve Uluslararası Denetimler” bölümüne baktığımızda, 2025 yılında 912 denetim gerçekleştirildiği beyanı bulunmaktadır: Ancak Geri Gönderme Merkezleri, hem milletvekillerinin hem baroların göçmen komisyonlarının hem de insan hakları örgütlerinin denetimine kapalı tutulmaktadır. Öyleyse bu denetimleri hangi kuruluşlar gerçekleştirmiştir? Bu sürece hangi barolar, hangi temel insan hakları temelli sivil toplum örgütü dahil edilmiştir? Bu denetimlerin raporları yayımlanmış mıdır? Biz bu alanlarda çalışan kurumların dahi erişemediği bu raporlar acilen kamuoyunun erişimine açılmalıdır.

Yine açıklama içeriğinde “Personel Yapısı ve Eğitim Süreçleri” başlığı yer almakta ancak idari personele, hangi eğitimlerin ne kadar sıklıkla hangi kurumlarla iş birliği yapılarak sağlandığına ilişkin bir veri yer almamaktadır. Bu husus esasen çok büyük bir eksikliğe işaret etmektedir.

Tekrardan söylüyoruz: göç bir neden değildir. Göç, savaşın, fırsat eşitsizliklerinin ve sömürünün bir sonucudur. Göç ve göçmenliğe ilişkin uygulamalar ve çalışmalar asla “sınır dışı etmek” ve benzeri insan hakları ile çelişen uygulamalar ile sınırlı tutulamaz.

Göç İdaresi’ni, çalışmalarında insan haklarını ve hukuku esas almaya, şeffaf, objektif, ayrımcılıktan uzak davranmaya ve bu uygulamaların ve politikaların üretilme süreçlerine hak temelli kuruluşları da dahil etmeye çağırıyoruz.”

https://enternasyonaldayanisma.org/2025/09/17/goc-idaresini-insan-haklarina-ve-hukuka-uygun-davranmaya-cagiriyoruz/

 

19 Eylül

Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: Hakikat yargılanamaz!

Gazeteci Feyza Nur Çalıkoğlu’nun davası 10 Şubat’ta Çağlayan Adliyesinde yapılacak. Göçmen Dayanışma Ağı herkesi Feyza Nur Çalıkoğlu ile dayanışmaya çağırdı. Gazetecilik suç değildir.

Feyza Nur Çalıkoğlu, Çatalca GGM ve diğer GGM’lerde göçmenlere yönelik kötü muameleyi haberleştirmişti.

https://www.karar.com/guncel-haberler/avukatlardan-geri-gonderme-merkezi-icin-carpici-iddialar-gocmenlere-1907311

Göç İdaresi Başkanlığı, “yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla dava açtı.

https://x.com/goc_dayanisma/status/1968938516567527853?s=48&t=iHY9qQAbnu7pPF4LUHKq1w

 

19 Eylül

Almanya'da mülteci sayısı 14 yıl sonra ilk kez azaldı (DW Türkçe)

Almanya'da yaşayan mülteci sayısı, 2011'den bu yana ilk kez hafif bir düşüş gösterdi.

Sol Parti'nin soru önergesine federal hükümetten verilen yanıtta, ülkedeki mülteci nüfusunun yaklaşık 50 bin azaldığı belirtildi. Buna göre 2024 sonunda yaklaşık 3 milyon 550 bin olan mülteci sayısı bu yılın ortasında 3 milyon 500 bine geriledi.

Bu rakam, yeni gelenlerden uzun süredir ülkede yaşayanlara kadar farklı oturum statülerine sahip kişileri ve Ukraynalı sığınmacıları da kapsıyor.

Sol Parti'ye göre bu düşüşte; sınır dışı edilmeler, gönüllü geri dönüşler ve vatandaşlığa geçişler etkili oldu.

İçişleri Bakanlığı verilerine göre, geçen yıl 83 bin 150 Suriyeli Alman vatandaşlığına kabul edildi.

Ülkedeki yaklaşık 3,5 milyon sığınmacının yaklaşık 492 bini şu anda belirsiz bir statüye sahip. Temmuz sonu itibarıyla Almanya'daki Ukraynalı sığınmacı sayısı ise 1 milyon 270 bin oldu.

Sol Parti'den Clara Bünger, bu düşüşün "sevinilecek bir durum olmadığını" söyleyerek dünya genelinde insanları ülkelerinden kaçmaya zorlayan nedenlerin hiç olmadığı kadar güçlü olduğuna dikkat çekti.

Bünger, "Almanya'da sayılardaki düşüş, Avrupa Birliği iltica hukukunun askıya alınmasını gerekçelendirmek için kullanılan sözde acil durum söyleminin ne kadar saçma olduğunu gösteriyor" dedi.

Almanya'da bu yıl göreve başlayan Friedrich Merz hükümeti tüm kara sınırlarından sığınmacı başvurularını durdurmuş, geri göndermelere hız vereceklerini açıklamıştı. Öte yandan ilk kez 2015'te Almanya'ya gelen çoğu Suriyeli yüzbinlerce mültecinin vatandaşlık hakkı için gereken süreyi doldurmuş olması nedeniyle, vatandaşlık verilen mülteci sayısı artıyor.

https://www.dwturkce1.com/tr/almanyada-m%C3%BClteci-say%C4%B1s%C4%B1-14-y%C4%B1l-sonra-ilk-kez-azald%C4%B1/a-74054452

 

19 Eylül

İngiltere'de milliyetçilik neden yükseliyor? (BBC Türkçe)

İngiltere'de siyasi açıdan hareketli bir yaz yaşanıyor; ülke genelindeki sığınmacı otellerinde protestolar düzenleniyor, köprülere ve sokak lambalarına ulusal bayraklar asılıyor, anketler sağa doğru radikal bir kaymaya işaret ediyor. Son olarak da Londra'nın merkezinde 150.000 kişinin katıldığı göçmen karşıtı bir yürüyüş gerçekleştirildi.

Bu olayların ve özellikle tartışmalı aşırı sağcı aktivist Tommy Robinson'ın öncülük ettiği son protestoların boyutu, aşırı sağın İngiltere'de güç kazanıp kazanmadığı konusundaki tartışmayı yeniden alevlendirdi.

Aşırı sağ son yıllarda Avrupa siyasi manzarasının değişmez bir özelliği haline gelmiş görünüyor. Bu şekilde tanımlanan partiler şu anda İtalya ve Macaristan'da hükümetlere liderlik ediyor; Avusturya, İsveç ve Finlandiya'da koalisyonlar oluşturuyor ve Fransa, Almanya, Portekiz ve Belçika'da muhalefetteki popülerliklerini artırıyor.

Son olaylar, İngiltere'nin popülist sağcı siyasetin yükselişe geçeceği bir sonraki Batı demokrasisi olabileceğini mi gösteriyor?

Güç gösterisi

Irkçılık karşıtı yardım kuruluşu Hope Not Hate'e (Nefret Değil Umut) göre, 13 Eylül'de düzenlenen ve "Unite the Kingdom - Krallığı Birleştir" adı verilen miting, İngiltere'deki en büyük aşırı sağ protestolarından biriydi.

Protestoya "Onları evlerine gönderin" sloganları ve ulusal bayraklar damga vurdu.

Bazı protestocular, bu ayın başlarında suikasta kurban giden ABD'li muhafazakar aktivist Charlie Kirk'ün fotoğraflarını taşıdı.

Polisle çatışmalar yaşandı ve aralarında ABD'li teknoloji milyarderi Elon Musk'ın da bulunduğu tartışmalı isimler, İngiltere parlamentosunun feshedilmesi ve mevcut İşçi Partisi hükümetinin değiştirilmesi çağrısında bulundu.

Başbakan Keir Starmer şiddeti ve söylemi kınadı.

"Bayrağımızı, onu bölücü bir sembol olarak kullananlara asla teslim etmeyeceğiz" dedi.

İngiltere'deki Stratejik Diyalog Enstitüsü ve Oxford Üniversitesi'nden Julia Ebner, BBC'ye yaptığı açıklamada, aşırı sağcı fikirlerin artık İngiltere'de ana akım söyleme girdiğini söyledi.

"Tommy Robinson on yıl önce marjinal bir isimdi" dedi.

"Artık geleneksel aşırı sağın çok ötesine uzanan, güçlü ve etkili bir figüre dönüştü."

Robinson'un 150 bin kişiyi harekete geçirebilme ve Musk gibi etkili isimleri çekebilme kapasitesine sahip olduğunu göstermesi, son yürüyüşü aşırı sağın güç gösterisine dönüştürdü.

Dünya çapındaki protestolar hakkında veri ve analiz sağlayan bağımsız bir çatışma izleme kuruluşu olan ACLED'e göre, geçen yıl İngiltere'de 180 aşırı sağcı ve göçmen karşıtı miting düzenlendi.

Göçmen karşıtı duygular, özellikle geçen yaz İngiltere'nin kuzeybatısındaki Southport gösterilerinden sonra arttı. Bir dans dersinde üç çocuğun bıçaklanarak öldürülmesinin ardından, şüphelinin yasadışı göçmen olduğuna dair sosyal medyada yayılan yanlış bilgiler protestoları körüklemişti.

Ebner, algoritmaların radikal içerikleri destekleme eğilimine işaret ederek sosyal medyanın aşırı sağcı söylemleri güçlendirmedeki rolünü vurguluyor. Bu sayede yanlış bilgi ve komplo teorilerinin gerçeklere dayalı gazetecilikten daha hızlı yayılmasına olanak sağladığını belirtiyor.

"Sosyal medya birçok kişi için geleneksel haber kaynaklarının yerini aldı" diyor Ebner ve ekliyor:

"Algoritmalar bize çok taraflı bir bilgi ortamı sağladı. Burada en çok, en radikal bilgi kaynakları ve en radikal mesajlar güç kazanıyor."

Göçmen endişesi

Uzmanlar, aşırı sağcı düşüncenin yükselişinin, ana akım partilere duyulan hayal kırıklığı, göç konusunda kamuoyunda sertleşen söylem ve ekonomik kaygılar gibi karmaşık faktörlerin biraraya gelmesiyle oluştuğu konusunda hemfikir.

İngiltere'ye gelen küçük teknelerin sayısındaki artış da tartışmada önemli rol oynadı.

Londra Queen Mary Üniversitesi'nde karşılaştırmalı siyaset profesörü olan Stijn Van Kessel, "İnsanlar eşitsizliğin arttığını ve bazı yerlerde kamu hizmetlerinde düşüş olduğunu görüyor. 10 yıl içinde daha kötü durumda olacaklarından korkuyorlar" diyor.

BBC'ye konuşan Kessel, "Ekonomik bir karamsarlık var ve insanlar bunu genellikle göç sorunuyla ilişkilendiriyor. Aşırı sağ, istihdamı ve refah devletini korumak için göçü durdurmak gerektiği mesajı veriyor" diye ekliyor.

Son zamanlarda, sığınmacıların barındığı otellerle ilgili anlaşmazlık, yerel belediyelerin bu otellerin kullanımına karşı açtığı hukuki mücadeleler ile güvenlikleri ve maliyeti konusunda endişe duyan toplulukların protestolarıyla İngiltere'de manşetlere taşındı.

Hükümet istatistiklerine göre, Haziran 2024-25'te İngiltere'de sığınma talebinde bulunan kişi sayısı 111 bin olurken bu sayı bir önceki yıla göre yüzde 14 arttı.

"Politikacılar şöyle diyebilir: 'Göç veya sığınmacıları daha iyi bir şekilde yönetmemiz gerekiyor, ancak aynı zamanda göçmenlere sağlık sektöründe personel olarak ihtiyacımız var.' Ancak bu son argüman artık pek öne sürülmüyor" diyor Prof. van Kessel.

Ebner, aşırı sağ söylemdeki artışın yalnızca göç tartışmalarından kaynaklanmadığını da sözlerine ekledi.

"Ayrıca cinsiyet ve LGBTQ hakları, iklim değişikliği ve ifade özgürlüğü gibi konularla da ilgili. Aşırı sağın her zaman statükonun ve düzen olarak adlandırdıkları şeyin tam tersini savunduğu farklı konulardan oluşan bir portföyü var" diyor.

Reform UK partisinin yükselişi

Nigel Farage'ın Reform UK partisinin yükselişi, ülkede radikal sağın nüfuz kazanıp kazanmadığı konusundaki tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı.

Farage, Tommy Robinson ve aşırı sağcı etiketten uzak dururken, Reform'un göç konusundaki sert duruşu onların söylemlerini andırıyor.

Parti, kamuoyu yoklamalarında rahat bir üstünlük sağlamayı başardı. Bu yılın Mayıs-Haziran aylarında yapılan bir Ipsos anketine katılanların bu partiye oy verme niyetleri %34'tü. Bu oran iktidardaki İşçi Partisi'nin dokuz puan önünde.

Reformun seçim başarısı, son ara seçim zaferleri ve İngiliz yerel seçimlerindeki büyük kazanımlar da dahil, halkın ana akıma alternatiflere olan iştahının arttığını gösteriyor.

Travers, "Reform'un yükselişini teşvik eden en önemli etken göç oldu" diyor, ancak insanların yerleşik siyasi partilere olan hoşnutsuzluğunun da bir etken olduğunu ekliyor.

"Sanırım anketler, Reform'a oy veren insanların çoğunun yaklaşık yüz yıldır İngiliz siyasetinin egemen partileri olan Muhafazakar Parti ve İşçi Partisi'nden bıktığını gösteriyor."

"Yani, bu onlara ders vermenin bir yolu. İnsanlar seslerini duyurmak için bir şeyler yapmaları gerektiğini hissediyor."

Aşırı sağın normalleşmesi

Prof. van Kessel, mevcut iklimin aşırı sağ siyasetin normalleşmesine yol açtığını, ana akım partilerin seçmenleri geri kazanma amacıyla giderek daha fazla aşırı sağcı pozisyonlar ve mesajlar benimsediğini belirtiyor.

Ancak bu stratejinin ters tepebildiği konusunda da uyarıyor.

"Aşırı sağın sahasında rekabet etmeye çalışmak, göç konusunda sertmiş gibi görünmeye çalışmak, göç sorununu siyasi gündemin üst sıralarında tutmaya devam edecektir ve bu da nihayetinde radikal sağın işine yarayacaktır" diyor.

"Ana akım siyasetçiler, yani iktidardakiler, radikal sağın sert söylemlerini yansıtmadan göç meselesine ilişkin politikaları iyileştirmeye çalışabilirler" diye ekliyor.

Ebner, aşırı sağa karşı mücadelenin sadece söylemleri denetlemekten daha fazlasını, desteği yönlendiren şikayetlerin ayrıntılı bir şekilde anlaşılmasını gerektirdiğini kabul ediyor.

"Bu kişiler [aşırı sağı destekleyenler] farklı geçmişlere sahipler" diyor.

"Radikal görüşleri yansıtmadan onların endişelerini gidermemiz gerekiyor."

Ayrıca dijital ekosistemin yeniden düzenlenmesi çağrısında bulunuyor.

"Teknoloji platformlarına şeffaflık ve hesap verebilirlik çağrısında bulunulması gerçekten önemli" diyor.

Ekonomik büyüme anahtarı

"Hükümet, insanları iyi dijital vatandaşlar olmaları konusunda eğitmek için çok şey yapabilir. Çevrimiçi kanallardaki psikolojinin farkında olmanın, bunun kimliklerimize, grup dinamiklerimize ve genel olarak topluma ne gibi etkileri olduğunu gerçekten düşünmenin önemli olduğunu düşünüyorum."

Peki ya İngiltere'de aşırı sağın yükselişi devam ederse?

Merkez dayanamayacak mı?

Ebner, iki önemli riskin altını çiziyor: Siyasi şiddet ve demokratik kurumların aşınması.

Prof. Travers, ekonomik büyümenin radikal sağın yükselişine karşı en etkili panzehir olabileceğini öne sürüyor.

"Tek gerçek sorun, İngiltere'de ekonomik büyümenin çok az olması veya hiç olmaması. Hükümet daha fazla borç alamıyor, insanlardan daha fazla vergi alamıyor ve insanlar gelirlerinin azaldığını hissediyor. Asıl çözüm burada yatıyor. Bütün politikalar yereldir" diyor.

https://www.bbc.com/turkce/articles/c8xr5jjgvzro

 

20 Eylül

Şu an Afganistan’da Türk eşinden ve çocuklarından uzak sürgün hayatı yaşayan Özbek Fazıl Ahmed’in açıklaması:

“Aslında benim hikâyem dokuz ay önce başladı. Ben Mekke’de doğup büyüdüm. Ailem oraya 45 yıl önce Afganistan’dan gelmişti. 10 yıl önce de Türkiye’ye taşındık. Burada bir Türk vatandaşı ile evlenip aile sahibi oldum. Bir süre önce pasaportumu kaybettim. Göç idaresine, avukatlara sordum. Afganistan’a gidip pasaport çıkartma mecburiyetinde olduğumu söylediler. Her defasında ıslarla, ‘Hiçbir sıkıntı olmaz. Bir Türk ile evlisin, aile birleşimiyle kolayca dönersin’ dediler.

Özbek’im ve sadece Özbekçe bildiğim için zorlanacağımın farkındaydım. Afganistan’a yabancıydım, burada hiç kimsem yoktu. Uçaktan iner inmez başvuruda bulunacak, hemen Türkiye’ye dönecektim. Fakat olmadı.

Defalarca kez denememe rağmen başvurum hep reddedildi. Bir ay önce ikinci çocuğum doğdu, ninem öldü ama hiçbirini göremedim. Bir insanın en büyük korkusu, yaşarken unutulmakmış. Ben de bunu yaşıyorum. Ailem orada ve ben burada yavaş yavaş siliniyorum. Kurban bayramında ahır gibi bir yerde kaldım. Etraftan birileri yemek getirdi. Bu misafirlik uzun sürünce onu da kestiler. Bazı günler aç kaldım. Bazen sabaha kadar bir köşede oturuyorum.

Çocuklarımı düşünüyorum. Biri doğdu, hiç kucağıma alamadım. Bunu düşününce nefesim daralıyor. Ne olur bana kapıyı açın. Türkiye’ye bugüne kadar hiç yanlışım olmadı. Ben sadece aileme dönmek istiyorum.”

https://x.com/refugeeagency1/status/1968651321596146155?s=46&t=Az8rsk66K3tEYa89LQDtbQ